Tepeköy
Benim sevgili Tepeköy, Dünya güzelim Tepeköy. İnsanın doğup büyüdüğü yer kadar güzel ve kıymetli bir şey olabilir mi?
Eski orijinal ismi AĞRİDYA’dır. Manası Eski Yunanca'da küçük tarlalar demektir. Adanın kartal yuvasıdır. Adanın en yüksek dağının dik yamacının ortasındadır. Adanın yarısını kuş bakışı görür. Tepeköy'ün tarihi pek eskilere dayanmaktadır. 1500 sene evveline kadar gider. Eskisi iki küçük köy halinde idi. Biri FLİO ötekisi ise SOTİR'dı. Ancak zamanla birleşerek 1625 ler de bugünkü AĞRİDYA'yı meydana getirmiştir. Sotir mahallesi eski Osmanlı arşivlerinde <Lonca Mahallesi >, yani gözetleme mahallesi olarak geçmektedir. Tepeköy'ün manzarası müthiştir. Bırakın adanın yarısını, Trakya ve Gelibolu yarımadasını görebilirsiniz. Yakın olarak adanın en yeşil yerini ve en yüksek dağlarını seyredebilirsiniz. Köyün suyu, dağın kayalarının içinden gelmektedir. Köyümüzde adım başına çeşme ve ya su kaynağı bulabilirsiniz. Köyümüzün yedi tane devamlı akan deresi ve bu derelerin dört tane çağlayanı bulunur. Diyeceksiniz, neden bu Ağridya'lı ataların köylerini böyle yüksek yerde kurdular, aşağıda düz yer varken. Evet bunun sebepleri vardır:
1- Eskiden korsanlara karşı kendilerini korumak
2- Düz ve verimli topraklardan faydalanmak.
3- Havadar ve manzaralı yarlerde oturmak.
1964 senesinden evvel köyümüzün nüfusu 1200 kişilikti. Fakat malum sebeplerden dolayı hicret etmek mecburiyetinde kalmıştır. Şimdiki nüfusu ise 32 kişiliktir
Tepeköy'ün arazisi bütünü dağlık olduğundan, insanlar çapalarıyla tırnağıyla bütün dağları, yamaçları teras şekline sokarak, ekilmedik bir karış toprağı bırakmamıştır. Tepeköylü nerede bir ahlat, bir deli zeytin bulsa onu aşılardı. Her taraf bağ bahçeye ekilmiş tarlaları vardı. Hele zeytin toplama zamanı bir bayram gibi idi. O köyün altındaki vadi dumanlar şarkılar latifeli sataşmalarla inlerdi. Tepeköy'lü topraktan gelen bütün ihtiyaçlarını kendi üretirdi.
TEPEKÖY'ÜN EVLERİ
Tipik Rum evleri idi. Tepeköy'lü ustalar, çekiçle ve kalemle yonttuğu taşlarla yaparlardı. Bağlama malzemesi çamur olmasına rağmen, tabiat şartlarından ve depremlerden hiç etkilenmemişlerdir. Ustaları köylü ve hepsi birbirleriyle, hangisi daha iyi inşaatı yapacak diye yarış ederlerdi. Bugün ise Anadolu'dan gelen, usta geçinenler, bağlama malzemesi çimento olmazsa, kaçmağa yetişemeden yaptıkları duvarın altında kalırlar.
KİLİSESİ
Meryem Anaya atfedilmiş olan kilisesi, 1832 senesinde inşa edilmiştir. 1928 de restore edilmiş, hala dimdik durmakta ve kalanlara ümit dağıtmaktadır.
OKULLARI
İlk olarak 1868 senesinde karma ilk okul olarak kurulmuştur. 1885 senesinde Mısır'a çalışmaya giden bir Tepeköy'lü gönderdiği para ile, kilisenin yanında hala ayakta olan çok güzel bir ilkokul inşa edildi. 1954 senesinde köylünün imece usulü ile inşa edilmiş olan yeni ilkokul, 1975 senesine kadar ancak çalışabildi.İnşa edilen çok güzel ana okulu ise maalesef hiç çalışamadı.
TEPEKÖY'ÜN KÜÇÜK SANAYİ VE EL SANATLARI
Dağın tepesinde küçük sanayi olur mu dersiniz? Olur işte. Tepeköy'ün azimli ve çalışkan insanı yapar hem de kimsenin yardımı olmadan.
1) 2 zeytin yağı fabrikası 50'li yılların modern fabrikası.
2) 2 sabun imalathanesi, kuruluş tarihi 1947
3) 9 tane dokuma atölyesi. Türlü kaba kumaşlar üreterek.
4) 2 taverna
5) 3 adet kaşar peyniri imalathanesi
6) 3 tane ayakkabı imalathanesi
7) 3 Tane terzi atölyesi
8) 4 marangoz atölyesi
9) 13 tane su ile çalışan un değirmeni ve 2 yel değirmeni.
10) 5 bakkal ve 2 kasap dükkanı. Bunlar hepsi yalnız Tepeköy'de.
Her evin muhakkak bir dokuma tezgahı vardı. Bu tezgahlarda annelerimiz iç çamaşırlarımızı yapacak kadar kumaş üretirlerdi. Tezgahlardan neler neler çıkmazdı ki. Rengarenk kilimler battaniyeler ve neler neler.
.
Tepeköy'lü çok canlı çok çalışkan, zaten çalışkan olmasaydı o dağda yaşayamazdı ve eğlenceyi çok seven insanlardı. Düğünleri bayramları çok çok canlı geçerdi. Hele isim günlerinde. İsim günü olan kaç kişi varsa, o gün onların evi herkese açıktı . Dosta da düşmana da. Öyle günlerde zaten düşmanlıklar giderilirdi. Kadınlı erkekli herkes beraber eğlenirdi. Trabzon'dan gelen bir ilkokul öğretmenin ifadesine göre. ”Ben medeniyeti Tepeköy'de tanıdım” dedi. Ne kan davası olur Tepeköy'de ne cinayet ne silahla yaralama ne ırza tecavüz ne kız kaçırmalar. Bunlar hepsi Tepeköy'lü için yabancı idi. Bağ evlerinin hiçbir tanesinde kilit yoktu. Kiliseleri gece gündüz açıktı.
Şimdi acaba?
Sonra? Sonrası işte malum. O lanet politikalar, o lanet Kıbrıs. Öteki köyler gibi Tepeköy'lüyü de göçe zorladı. Elinde küçük bir valiz ile, her şeyini geride bırakarak göçmen kuşlar gibi, göç yollarına düştü. Nerede duracak nereye gidecek, ne bulacağını bilmeden, bilinmeyene doğru yol aldı. Ta Yeni Zelanda, Arjantin'e kadar. Onun için Bulgaristan'dan gelen göçmenleri en çok İmrozlu anladı hissetti acıdı. fakat arada bir fark var olduğunu de acı ile hissetti. Bulgaristanlıyı yardım eden bağrına basan, çadır ev ve aş veren oldu. Bizi herkes ve her yerde yabancı olarak gördü. İmrozlu bunu yaşadı hissetti, ve acısını çekti. Tepeköy'lü anladı ki Allah'ından ve kendinden başka kimseye güvenemeyeceğini. Onun için kalmış olan gücünü topladı. Çalışkan mı çalışkan ne iş olursa olsun yapacak.Bir küçük valizle gece sandallarla göçmen yollarına düşen bu insan, apartman merdiveni de sildi, bok ta temizledi, amma öyle çalıştı ki, 30-40 sene sonra ata toprağını, atalarının mezarını ziyaret etmek için son model Mercedesle gelebildi. Gurbette doğmuş çocukları ve torunları ise, KUNTA KİNTE gibi köklerini aramaya geliyor. Lanet olsun böyle politikalara. Bitsin artık bu dünyada göç olayı. Hiçbir yerde olmasın artık.İnsanlar doğdukları yerde bırakın yaşasınlar. Dünyanın neresi olursa olsun a politikacılar.
Veee..ŞİMDİ
1996ya kadar Tepeköy bir hayalet köyüdür. Her tarafı yıkılmış dökülmüş, perişan bir halde. Tepeköy'ü o zamana kadar kimse bilmez tanımaz kimse ziyaret etmez. Kendi kaderine terkedilmiş bir avuç insanı, yalnızlıktan psikolojik çöküntü içinde. Ne bağ kaldı ne bahçe.
İşte o zaman umulmadık olur. BARBA YORGO gelir. Zamanında o da ötekiler gibi adadan göçer İstanbul'a yerleşir.Yorgo'nun durumu İstanbul'da rahat. Amma onun aklı hep Tepeköy'dedir . Doğduğu yer ata ocağı. 38 senelik İstanbul yaşantısından sonra köyünün hasretine dayanamaz, bırakır İstanbul'u temelli gelir TEPEKÖY'üne. Önce kendi evini tamir eder oturulacak hale getirir. Başkalarının de evlerini tamir etmeleri için telkinlerde bulunur ve başarır. Tepeköy yeniden imar edilmeye başlanır. Uzaktan artık eskisi gibi beyaz elbiselerini giyer. Taverna, pansiyonlar yapar. Ev şarabı imal etmek için küçük bir şaraphane kurar. çevresi geniş, dostları çok. Çağırır davet eder. Tepeköy aniden hiç beklenmedik bir şekilde, gazetelere ve televizyonlara çıkar. Tepeköy bugün adanın en konuşulan en çok ziyaret edilen, şirin gözde bir köydür. Orada oturan insanlar o psikolojik çöküntüden yavaş yavaş sıyrılmağa başlar. Üç kişi daha ev şarabı imal etmeğe başlar. Bal üretmeye başlarlar. En saf en kaliteli balı Tepeköy'de bulabilirsiniz. Göçmüş olan insanlar cesaret alır 15 ağustos Meryem Ana bayramı için dünyanın her tarafından gelir köylerini ziyaret eder. Doğrusunu söylemek gerekirse, ada turizminin %50 si buradan göçmüş insanlara dayanır.Bir sene boyunca ada esnafı o günleri bekler.
Tepeköy Türkiye'nin tek orijinal RUM köyüdür. Gelin hep beraber bu tek köyü koruyalım. Onun kültürü hepimizindir. Bu topraklar hepimizin toprağıdır. Bu vatan hepimizin vatanıdır.Yorgo'nun da Mehmet'in de...
TEPEKÖY (AĞRİDYA'NIN ) ETKİNLİKLERİ
Tepeköy' ün ve de Gökçeada'nın en büyük etkinliği, 15 Ağustos MERYEM ANA’ nın bayramıdır. Hıristiyan inanışına göre, bir insan öldüğü zaman Allah katında gerçek hayata kavuştuğu için, ölüm günü bayram günü olması gerekir. Buna istinaden bütün Azizlerin ölüm günleri bayram günü olarak kutlanır. Bu bayrama katılmak ve Meryem anaya dua edebilmek için, İmrozlu dünyanın neresinde olursa olsun, o gün adaya gelmeğe çalışır. Ayın 14'ünde büyük baş kurbanlar kesilir. Ve etleri kilisenin avlusunda kurulan kazanlarda bütün gece pişirilir. Kemik suyunda keşkek yapılır. 15'inin sabahı, kilisedeki ayinden sonra, metropolit tarafından, pişirilen etler takdis edilir ve herkese parasız olarak dağıtılır.
Ayinden sonra herkes köyün mezarlığına gider. Her bir mezarın sahibi, mezar başında bekler. Bir tepside türlü türlü tatlılar vardır, geçen herkes bu tatlılardan alır. Bu şekilde yaşayanlar bu bayram gününde göçmüş olanları unutmadıklarını, içlerinde gömdüklerini göstermiş olurlar. O gün bir başka gündür Tepeköy için. Bir yeniden diriliştir.
Mezarlıktan sonra herkes evine gider. Tabii misafiri hiç eksik etmez o gün. O gün kurulan sofra çok özeldir. Her evden, her avludan kahkahalar, hüzünlü ve nostaljik şarkılar, eski güzel günlerin anısına bardak kaldırışlar. Biliyorlar ki, bu günler bir daha geri gelmeyeceğini, artık bir ütopya olduğunu. Ve öğlenden sonra eğlence başlıyor. Gerçi gençler bir gece evvel başlatmıştır bile. Köyün meydanı, sokakları tıklım tıklım. Köy kurulan hoparlörlerden çalınan şarkılarla inliyor. Meydanda kurulan masalarda içkiler yemekler, şarkılar birbirlerine latifeli sataşmalar. Amma!! o eğlencede, ne silah patlar ne de kavga olur. Yalnız eğlence ve dans vardır. O yapılan eğlencede köyün bütün gençleri canla başla çalışır ve elde edilen kar, köyün yararına kullanılır. Ayın 16'sı bir başka etkinlikte, Marmaros mevkiinde Meryem Ananın bir manastırı vardır. Eskiden o manastırda iki tane keşiş de varmış. O manastırda küçük baş hayvanlar kurban kesilir. O manastır denizden 1,5 km. Uzaklıkta bir dağın yamacın dadır. Ayazmasının mucizevi bir etkisi bulunmakta. Manastır, rivayete göre, bir mucize neticesinde kurulmuştur.
YAMALI MERYEM ANA Manastırın ismi, tarihi Bizans'ın ilk yıllarına kadar uzanır.